Madde 181: Miras hakları

VII. Miras hakları

Madde 181- (1) Boşanan eşler, bu sıfatla birbirlerinin yasal mirasçısı olamazlar ve boşanmadan önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendilerine sağlanan hakları, aksi tasarruftan anlaşılmadıkça, kaybederler.

(2) (Değişik ikinci fıkra: 31/3/2011-6217/19 md.) Boşanma davası devam ederken, ölen eşin mirasçılarından birisinin davaya devam etmesi ve diğer eşin kusurunun ispatlanması hâlinde de yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.

İlgili Yargıtay Kararları 

1-) Boşanma davası anlaşmalı olarak açılsa dahi, taraflardan birinin ölümü üzerine mirasçıları davayı devam ettirmek istediklerinde, mirasçıların bu talebi ‘kusur tespiti’ davası olarak nitelendirilip, buna göre hüküm verilmesi gerekir.

Y. 2.H.D., T: 28.09.2021, E: 2021/4788, K: 2021/6612 :

”…Davacı erkek tarafından anlaşmalı boşanma davası (TMK m. 166/3) açılmış olup, yargılama devam ederken erkek eşin ölümü üzerine davaya TMK.m.181/2 uyarınca erkek eşin mirasçıları tarafından devam edilmiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; davacının ölümü ile evlilik birliği sona erdiğinden konusuz kalan boşanma davası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği anlaşılmıştır. İlk derece mahkemesinin bu kararı davacı erkek mirasçıları ile davalı kadın tarafından katılma yoluyla istinaf edilmiş ve bölge adliye mahkemesince yapılan yargılamada “… mahkemece evlilik birliği ölüm ile sona erdiğinden konusuz kalan boşanma davası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesinde herhangi bir isabetsizlik olmadığı, davanın anlaşmalı boşanma davası olarak açılması nedeni ile dava dilekçesi ile tarafların birbirlerine herhangi bir kusur isnadında bulunmadıkları, bu nedenle vefat eden davacının mirasçılarının TMK 181/2 maddesi gereğince kusur tespiti talebinde bulunamayacakları” ile “evlilik birliğinin ölüm nedeni ile sona erdiğinden karar verilmesine yer olmadığı kararının, mahiyeti gereği taraf vekilleri lehine vekalet ücreti ve yargılama gideri hükmedilmemesinde de herhangi bir isabetsizlik görülmemiştir” gerekçesi ile tarafların istinaf itirazlarının ayrı ayrı esastan reddine karar vermiştir. Taraflar arasındaki dava münhasıran TMK m. 166/3 kapsamında açılmış anlaşmalı boşanma davasıdır. Dava devam ederken davacı eşin ölümü üzerine mirasçılar tarafından davaya devam olunması talep edilmiştir. Olayları açıklamak taraflara ve hukukî nitelemeyi yapıp uygulanacak kanun maddelerini belirlemek görevi ise HMK m. 33 “Hâkim, Türk hukukunu resen uygular.” hükmü uyarınca hâkime ait olup, mirasçıların talep içeriği gereğince davanın TMK m.181/2 gereğince davalı eşin kusuruna ilişkin kusur tesbiti davasına dönüştüğü gözetilerek TMK m. 181/2 kapsamında değerlendirme yapılıp sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, kararın gerekçe kısmında mevcut, kusura ilişkin değerlendirme ile yetinilip; hüküm kısmında TMK’nun 181/2 maddesi gereğince mevcut “kusur tesbiti” davasına ilişkin bir hüküm kurulmaması ve bu suretle gerekçe ile hüküm arasında çelişki yaratılması doğru görülmemiştir.”

2-) Mirasçılar tarafından kusur tespiti yönünden devam edilen boşanma davasında, sağ kalan tarafın az kusurlu bulunması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmayıp, kusurunun boşanmayı gerektirecek nitelikte olup-olmadığı yönünde karar verilmesi gerekir.

Y. 2. H.D., T: 01.11.2021, E: 2021/6230, K: 2021/7916 :

”…Davacı-karşı davalı erkek tarafından TMK m. 166/1 uyarınca boşanma davası, davalı-karşı davacı kadın tarafından ise TMK m. 170 uyarınca ayrılık davası açılmıştır. İlk derece mahkemesince davaların kabulüne karar verildikten sonra davacı-karşı davalı erkeğin 11.11.2020 tarihinde vefat etmesi üzerine, davacı-karşı davalı erkeğin mirasçıları TMK m. 181/2 gereğince davaya devam edeceklerini bildirmişlerdir. İlk derece mahkemesi tarafından verilen hüküm davacı-karşı davalı erkeğin mirasçıları ve davalı-karşı davacı kadın tarafından istinaf edilmiştir. Bölge adliye mahkemesince; tarafların istinaf taleplerinin kabulü ile evlilik ölümle sona erdiğinden her iki davanın da konusunun kalmaması sebebiyle davalar hakkında karar verilmesine yer olmadığına, evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına neden olan olaylarda erkeğin ağır, kadının az kusurlu olması nedeni ile mirasçılarının TMK 181. maddesi gereğince kusur tespiti taleplerinin reddine karar verilmiştir. TMK m. 181/2 uyarınca görülen davalarda sağ kalan tarafın boşanmayı gerektirecek şekilde kusurlu olup olmadığı yönünde karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış ve bozmayı gerektirmiştir.”

3-) Mahkeme kararının hüküm kısmında, sağ kalan eşin boşanmaya sebebiyet verecek derecede kusurunun bulunup bulunmadığı yönünden eda hükmü oluşturacak ve infazda tereddüt oluşturmayacak şekilde hüküm kurulmaması bozmayı gerektirir.

Y. 2.H.D., T: 27.10.2021, E: 2021/6452, K: 2021/7821 :

”…Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı kadın tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Evlilik birliğinin temelinden sarsılması hukuki sebebine dayalı boşanma davasında yargılama devam ederken davacı erkeğin ölümü üzerine davaya TMK 181/2 nci madde uyarınca davacı erkeğin mirasçıları tarafından devam edilmiştir. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda; davacının ölümü ile evlilik birliği sona erdiğinden konusuz kalan boşanma davası hakkında karar verilmesine yer olmadığına, davacı erkeğin ağır, davalı kadının hafif kusurlu olduğuna hükmedilmiştir. Anılan kararın davacı mirasçıları tarafından kusur belirlemesi yönünden, davalı kadın tarafından hükmün tamamına yönelik istinaf edilmesi üzerine bölge adliye mahkemesince davacı mirasçılarının istinaf başvurusunun kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının gerekçe kısmının kaldırılmasına ve gerekçesinde açıklandığı şekilde düzeltilmesine karar verilmiş, kadının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Mahkemece kararın gerekçe kısmında kusura ilişkin açıklama yapılmış ise de, hüküm kısmında TMK 181/2 nci maddesi uyarınca sağ kalan eşin boşanmaya sebebiyet verecek derecede kusurunun bulunup bulunmadığı yönünden eda hükmü oluşturacak ve infazda tereddüt oluşturmayacak şekilde hüküm kurulmaması doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.”

4-) Taraflardan birinin ölümü üzerine, mirasçıları tarafından devam ettirilen boşanma davasında, sağ kalan eşin boşanmaya sebebiyet verecek derecede kusurlu olup olmadığına yönelik hüküm verilmesi ile yetinilmesi gerekirken, kusur derecelendirmesi yapmak uygun değildir.

Y. 2.H.D., T: 26.11.2019, E: 2019/7452, K: 2019/11528 :

”Boşanma davası sırasında davalı-karşı davacı erkeğin ölümü üzerine evlilik ölümle sona ermiştir. Bu durumda boşanma davaları konusuz kalmış davalı-karşı davacı mirasçıları TMK 181/2. maddesi uyarınca davacı-karşı davalının boşanmaya sebebiyet verecek derecede kusurlu olduğunun tespiti için davaya devam etmişlerdir. Mahkemece Türk Medeni Kanunu’nun 181/2. maddesi gereğince sağ kalan eşin boşanmaya sebebiyet verecek derecede kusurlu olup olmadığına karar verilmesi ile yetinilmesi gerekirken tarafların eşit kusurlu olduğu şeklinde hüküm tesisi uygun görülmemiştir. Ancak bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden hükmün bu yönden düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir (HUMK m. 438/7).”

5-) Mirasçılar tarafından boşanma davasına kusur tespiti yönünden devam edildiğini bildirir dilekçenin, sağ kalan tarafa tebliğ edilmeksizin yargılamaya devam edilip hüküm kurulması, hukuki dinlenilme hakkına aykırı olup, bozmayı gerektirir.

Y. 2.H.D., T: 06.05.2013, E: 2013/76, K: 2013/12600 :

”…Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davalı-davacı (kadın) tarafından; ölen eşinin açtığı boşanma davasında Türk Medeni Kanununun 181/2 madde uyarınca kusurlu bulunmasına ilişkin hüküm yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü: Davacı-davalı kocanın boşanma davası ile davalı-davacı kadın tarafından açılan nafaka davasının birleştirilerek yapılan yargılaması sırasında davacı-davalı koca 18.03.2012 tarihinde ölmüştür. Davalı-davacı kadının birleşen nafaka davasında Avukat A… Y… tarafından sunulan vekaletname münhasıran birleşen nafaka davasında davacı kadını temsil yetkisini içermektedir. Davalı-davacı kadın vekili 12.10.2011 tarihli oturumda da kendisine verilen vekaletnamenin sadece nafaka davasına ilişkin olduğunu beyan etmiştir. Davacı-davalı kocanın boşanma davasını açtıktan sonra ölmesi üzerine mirasçılarından Mehmet Karahan davaya kusur tespiti yönünden (TMK 181/2) devam edeceğini bildirmiş, 10.04.2012 tarihli bu dilekçe davalı- davacı kadına tebliğ edilmemiş, mahkemece yargılama sonucunda davalı-davacı kadının kusurlu olduğunun tespitine karar verilmiştir. Mahkemece öncelikle ölen kocanın mirasçısı tarafından verilen dilekçenin davalı-davacı kadına tebliğ edilmesi gerekir. Mahkemece açıklanan bu husus üzerinde durulmadan yargılamaya devam edilip davalı- davacı kadının savunma hakkını kısıtlayacak şekilde karar verilmiş olması hukuki dinlenilme hakkına (HMK md. 27) aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.”

Madde 179: Mal rejiminin tasfiyesi

VI. Mal rejiminin tasfiyesi
1. Boşanma hâlinde

Madde 179- (1) Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır.

İlgili Yargıtay Kararları

1-) Feragatin somutlaştırılmış bir hak ile ilgili kayıtsız ve şartsız, herhangi bir kuşkuya yer vermeyecek biçimde açık olması gerektiğinden, sadece ‘katkı payı talebim yoktur’ şeklindeki beyan; sadece katkı payı alacağına ilişkin olup artık değere katılma alacağı yönünden de feragat olarak kabul edilemez.

Y. 2.H.D., T: 07.02.2022, E: 2021/5553, K: 2022/931 : 

”…Tüm dosya kapsamı birlikte incelendiğinde; eşler, 20.08.1996 tarihinde evlenmiş, 25.01.2013 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, 27.02.2013 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK mad.225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 Sayılı TMK’nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (743 Sayılı TKM mad.170), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 Sayılı Yasa mad.10, TMK mad.202/1). Tasfiyeye konu … ada … parsele … nolu bağımsız bölüm, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 18.07.2011 tarihinde, tasfiyeye konu … plakalı araç da, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 18.09.2012 tarihinde satın alınarak, davalı eş adına tescil edilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (TMK mad.179). Maddî olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hâkime aittir (6100 sayılı HMK mad. 33). İddianın ileri sürülüş şekline ve tasfiye konu malların edinme tarihine göre dava, artık değere katılma alacağına ilişkindir. Somut olayda, bölge adliye mahkemesince tarafların anlaşmalı boşanma davasının duruşmasındaki beyanlarına göre, mal rejimini tasfiye ettiklerinin kabulü gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre karar hatalı olmuştur. Şöyle ki; tarafların boşanma dava dosyasındaki imzalı beyanlarında ‘…katkı payı talebim yoktur…’ şeklinde olup ayrı bir anlaşmalı boşanma protokolü düzenlenmemiş, gerekçe ve hükümde de mal rejiminin tasfiyesine yönelik bir hüküm yoktur. Diğer yandan, feragatin somutlaştırılmış bir hak ile ilgili kayıtsız ve şartsız, herhangi bir kuşkuya yer vermeyecek biçimde açık olması gerekir. Bu durumda, boşanma davasındaki duruşmada davacı erkeğin “..katkı payı talebim yoktur…” şeklindeki beyanı sadece katkı payı alacağına ilişkin olup artık değere katılma alacağı yönünden de feragat olarak kabul edilmesi mümkün değildir. O halde, bölge adliye mahkemesince yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuş, bozmayı gerektirmiştir…”

2-) Mal rejiminin sona ermesinden sonra ancak tasfiyeden önce, edinilmiş mal grubuna ait mevcut bir mal; evlilik birilğine ilişkin giderler kapsamında diğer eşin rızası veya mahkeme kararıyla tüketilerek elden çıkarılmış olmadıkça, bu malın tasfiyede varmış gibi değerlendirilerek artık değere katılma alacağı hesabına dahil edilmesi gerekir.

Y. 8.H.D., T: 03.02.2016, E: 2014/20957, K: 2016/1791 :

”…Mal rejiminin sona ermesinden sonra ancak tasfiyeden önce, edinilmiş mal grubuna ait mevcut bir mal; evlilik birilğine ilişkin giderler kapsamında diğer eşin rızası veya mahkeme kararıyla tüketilerek elden çıkarılmış olmadıkça, bu malın tasfiyede varmış gibi değerlendirilerek artık değere katılma alacağı hesabına dahil edilmesi gerekir (Zafer Zeytin; Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Tasfiyesi, Ankara 2005, s. 190). Bu nedenle Mahkemece işin esasına girilerek yargılamanın kaldığı yerden devamı ile kalan usuli işlemlerin yürütülmesi, tahkikat aşamasına geçildiği takdirde gösterilen delillerin toplanması, gerektiğinde keşif de yapılıp değer ve hesap bilirkişi raporu alınarak gerçekleşecek sonucu uyarınca bir karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir. ”

3-) Eşlerden biri diğer eşin yapmış olduğu devir işlemini kendisinin katılma alacağını azaltmak amacıyla yapmış olduğunu iddia ediyorsa, bunu ispat yükü kendisine aittir.

Y. 8.H.D., T:09.05.2017, E:2015/16956, K: 2017/6714 :

”…Tüm dava dosyası kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, mahkemece, tasfiyeye konu taşınmazın satışından elde edilen paranın davalı tarafından evin ve çocukların ihitiyaçlarına harcandığını savunmasına karşı davacının harcanmadığına yönelik yeminli beyanına göre taşınmazın davacının katılma alacağını azaltma kastı ile devredildiği kabul edilerek katılma alacağına hükmedildiği, davalı adına satın alınan tasfiyeye konu 13863 ada 3 parsel 2 nolu bağımsız bölümün boşanma dava tarihinden yaklaşık iki yıl önce devredildildiği anlaşılmıştır. Mal rejimin sona erdiği tarihte tasfiye konu mevcut mal olmadığına göre, TMK 229 maddesine göre eklenecek değerlerin varlığını yani, mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını azaltmak kastıyla yaptığı devir olduğunu davacının ispatlaması gerekir (TMK m. 6, HMK m. 190). Taraf ve tanık beyanları ile toplanan tüm delillere göre, davacı tarafından taşınmazın devir parasının mevcut olduğunun iddia ve ispat edilmemiş, ayrıca davalının diğer eşin katılma alacağını azaltmak kastıyla yaptığı devir yaptığı ispatlanamamıştır. Kaldı ki ispat külfeti davacı da olmasına rağmen mahkemece yemin hakkı yanlış tarafa yöneltilmiştir. O halde Mahkemece, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.”

4-) Mal rejimi, boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona erer.

Y. 8. H.D., T:05.10.2015, E:2014/9324, K:2015/17435 :

”…Eşler, 18.03.1981 tarihinde evlenmiş, 02.12.2010 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK m. 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 sayılı TMK’nun yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (743 sayılı TKM m. 170), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı yasanın m. 10, TMK m. 202/1). Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (TMK m. 179). Davacı vekili 29.01.2014 tarihli ıslah dilekçesi ile talep miktarını artırmış, aynı gün ıslah harcını da yatırmıştır. Islah dilekçesi davalıya tebliğ edilmeden 04.02.2014 tarihli oturumda tahkikat tamamlanarak dosya karara bağlanmıştır. Böylece davalı ıslah dilekçesine karşı cevap hakkını kullanamamıştır. Bu durum davalının hukuki dinlenilme hakkına (HMK m. 27) aykırı olmuş, hükmün diğer temyiz sebepleri incelenmeksizin bu sebeple bozulması gerekmiştir.”

5-) Edinilmiş mallara katılma rejimi geçerliyken edinilen malın, kişisel mal olduğunu iddia eden taraf, iddiasını somut delillerle ispatlamalıdır. 

Y. 8.H.D., T:28.09.2017, E: 2015/19913, K: 2017/11706 :

”…Tüm dava dosyası kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, tasfiyeye konu 511 parsel sayılı taşınmazın tamamının, 473 ve 474 parsel sayılı taşınmazların da 1/4 hissesinin eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde satın alındığı, davalının taşınmazları babası tarafından satın alındığını iddia ettiği, mahkemenin de tasfiye konu taşınmazların kişisel mal olduğunu kabul ederek davanın reddine karar verdiği anlaşılmaktadır. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilir (TMK m. 6, 222). Davalının taşınmazların kişisel mal olduğunu somut delillerle ispatlaması gerekirken, taşınmazların davalının babası tarafından satın alındığı tanık beyanı dışında somut ve mevcut delillerle ispatlanamamıştır. O halde, Mahkemece, tasfiyeye konu 511 parsel sayılı taşınmazın tamamının, 473 ve 474 parsel sayılı taşınmazların da 1/4 hissesinin edinilmiş mal kabul edilerek davacının talebi hakkında karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde ile karar verilmesi hatalı olmuş, bozmayı gerektirmştir.”

 

 

 

Madde 177: Yetki

4. Yetki

Madde 177- (1) Boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.

İlgili Yargıtay Kararları

1-) Nafaka alacaklısı özel yetki kuralı gereği, kendi yerleşim yeri mahkemesinde dava açabileceği gibi, genel yetki kuralı gereği, davalının yerleşim yeri mahkemesinde de dava açabilir.

Y. 3.H.D., T:07.07.2009, E: 2009/8389, K: 2009/11862 :

”…Boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir” düzenlemesi ile, genellikle ekonomik ve mali açıdan güçsüz durumda olan nafaka alacaklılarının; nafaka yükümlüsünün (davalının) bu-lunduğu yer mahkemelerinde masraf yapıp, gelerek dava açmaları ve bu suretle mağdur olmaları önlenmek istenmiştir. Burada zayıfı korumak amacı ile genel yetki hükmü getirilmiş ve seçimlik hak tanınmış bulunmaktadır. Nafaka alacaklısı (davacılar) isterse kendi yerleşim yeri mahkemesinde dava aça-bilecekler, isterlerse davalının ikametgahı mahkemesinde (HUMK 9. madde gereğince) dava açabileceklerdir…”

2-) Nafaka davalarında kesin yetki kuralı bulunmadığı için, mahkemece re-sen yetkisizlik kararı verilemez.

Y. 20. H.D., T: 07.05.2018, E: 2018/1869, K: 2018/3522 : 

”…Asliye Hukuk ( Aile mahkemesi sıfatıyla ) Mahkemesince; TMK’nın 177. maddesinde boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesinin yetkili olduğu, davalının yerleşim yerinin “…/MUĞLA” olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiştir. … 1. Asliye Hukuk ( Aile mahkemesi sıfatıyla ) Mahkemesi ise; TMK’nın 177. maddesindeki düzenlemenin genel yetki düzenlemesi olduğu, nafaka alacaklısının seçimlik hakkı bulunduğu, davalının da yetki itirazı bulunmadığı gerekçesiyle karşı yetkisizlik kararı vermiştir.Nafaka davalarında kesin yetki kuralı olmayıp somut uyuşmazlıkta yetki itirazı da bulunmadığına göre, mahkemece re’sen yetkisizlik kararı verilemez. Bu durumda uyuşmazlığın, davanın ilk açıldığı …Asliye Hukuk ( Aile mahkemesi sıfatıyla )Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekir…”

3-) Yetkinin kamu düzenine ilişkin olmadığı hallerde, yetki itirazı cevap dilekçesi ile birlikte ileri sürülebilir.

Y. 5.H.D., T: 24.10.2022, E: 2022/11168, K: 2022/14437 :

”…TMK’nın 177. maddesi ile; “Boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.” düzenlemesi mevcuttur. Madde boşanmadan sonra açılacak yeni nafaka davaları ya da hükmedilmiş nafakanın artırılması veya azaltılması davalarında nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemelerini yetkili kılmaktadır. Kanun koyucu genel yetki kuralı getirmekle davacıya seçimlik hak tanımıştır. Buna göre davacı (nafaka alacaklısı); isterse kendi yerleşim yeri mahkemesinde, isterse HMK’nın 6. maddesi gereğince davalının ikametgahı mahkemesinde dava açabilecektir. Bir davada, birden fazla genel ve özel yetkili mahkeme varsa, davacı bu mahkemelerden birinde dava açmak hususunda bir seçimlik hakka sahiptir. Davacı, davasını bu genel ve özel yetkili mahkemelerden hiçbirinde açmaz ve yetkisiz bir mahkemede açarsa, o zaman seçme hakkı davalılara geçer. Yetkinin kamu düzenine ilişkin olmadığı hallerde yetki itirazı cevap dilekçesi ile birlikte ileri sürülmelidir. (HMK m.116 ve 117) Kesin yetki kuralı bulunmadığı durumlarda, hâkim resen yetkisizlik kararı veremez. Yetkinin kamu düzenine ilişkin olmadığı ve kesin yetkinin bulunmadığı ve usulüne uygun bir yetki itirazı olmadığı durumlarda davanın ilk açıldığı mahkemenin yetkili hale gelir…”

4-) Kesin yetki kuralının bulunmadığı davalarda, taraflar karşı taraf yetki itirazını cevap dilekçesinde ileri sürmelidir. Cevap dilekçesinde yetki itirazı belirtilmiş, ancak ‘yetkili mahkeme belirtilmemişse’ usulüne uygun bir itirazdan söz edilemez.

Y. Hukuk Genel Kurulu, T: 27.09.2018, E: 2017/2722, K: 2018/1359 :

”…6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 5. maddesine göre mahkemelerin yetkisi, diğer kanunlarda yer alan yetkiye ilişkin hükümler saklı kalmak üzere, bu Kanundaki hükümlere tabidir. Sözü edilen Kanunun 6. maddesinde de genel yetkili mahkeme, “davalı gerçek veya tüzel kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesi” olarak düzenlenmiştir. Sözü edilen Kanunda bu hükümler dışında boşanma ve ayrılık davalarına özgü olarak yetki konusunda özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Buna karşılık 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 168.maddesi ile boşanma ve ayrılık davalarında yetki konusunda özel bir düzenleme getirilmiş olup, buna göre, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesinin yetkili olduğu belirtilmiştir. Diğer yandan, TMK’nın 177. maddesinde ise zayıf durumunda olan nafaka alacaklısını korumak amacıyla “Boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir” şeklinde bir düzenlemeye de yer verilmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki TMK’nın gerek 168. maddesinde, gerekse 177. maddesinde düzenlenen yetki kuralları kesin yetki kuralı niteliğinde değildir. Bilindiği üzere yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması dava koşuludur (HMK m. 114/1-ç). Dava şartlarının mevcut olup olmadığı ise davanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden araştırılır (HMK m. 115/1). Oysa boşanma veyahut boşanmadan sonra açılacak tazminat ve nafakaya ilişkin davalarda yetki kamu düzenine ilişkin olmadığından, yetki itirazı süresinde ve usulüne uygun şekilde ileri sürülmedikçe mahkemenin kendiliğinden araştırma yapıp yetkisizlik kararı vermesi olanağı da bulunmamaktadır. Buradan hareketle “yetki itirazının ileri sürülmesi” başlıklı HMK’nın 19. maddesinin irdelenmesi gerekmektedir. Anılan madde “(1) Yetkinin kesin olduğu davalarda, mahkeme yetkili olup olmadığını, davanın sonuna kadar kendiliğinden araştırmak zorundadır; taraflar da mahkemenin yetkisiz olduğunu her zaman ileri sürebilir. (2) Yetkinin kesin olmadığı davalarda, yetki itirazının, cevap dilekçesinde ileri sürülmesi gerekir. Yetki itirazında bulunan taraf, yetkili mahkemeyi; birden fazla yetkili mahkeme varsa seçtiği mahkemeyi bildirir. Aksi takdirde yetki itirazı dikkate alınmaz. (3) Mahkeme, yetkisizlik kararında yetkili mahkemeyi de gösterir. (4) Yetkinin kesin olmadığı davalarda, davalı, süresi içinde ve usulüne uygun olarak yetki itirazında bulunmazsa, davanın açıldığı mahkeme yetkili hâle gelir.” şeklindedir. Madde gerekçesinde de yer verildiği üzere; yetki itirazının ne zaman ve nasıl ileri sürüleceği, yetkinin kesin olduğu ve kesin olmadığı hâller ayırımı yapılarak düzenlenmiştir. Birinci fıkraya göre, kesin yetkinin söz konusu olduğu hâllerde, mahkeme, bu husus bir dava şartı olarak kabul edildiğinden, yetkili olup olmadığını davanın sonuna kadar, her zaman kendiliğinden araştıracaktır. Taraflar da mahkemenin yetkisiz olduğunu, yine davanın sona ermesine kadar, her zaman ileri sürebileceklerdir. Esasen maddenin birinci fıkrasında yer alan bu durum, yetkiyi incelemesi için mahkemeye bir hatırlatma niteliğindedir. İkinci fıkrada ise yetkinin kesin olmadığı hâllerde, yetki itirazının, cevap dilekçesinde ileri sürülmesi esası kabul edilmiştir. Davalı, cevap dilekçesinde yetki itirazında bulunmamışsa, cevap dilekçesini verdikten sonra artık yetki itirazında bulunamayacaktır. Yetki itirazında bulunan taraf, yetkili mahkemeyi, birden fazla yetkili mahkemenin söz konusu olduğu hâllerde ise kendi kanaatine göre tercih ettiği yetkili mahkemeyi de itirazında belirtmek zorundadır. Üçüncü fıkraya göre, mahkemenin yetkisizlik kararı verirken, yetkili mahkemeyi de göstermesi gerekmektedir. Mahkeme, yetkisizlik kararı verirken, kesin yetkinin söz konusu olduğu hâllerde, taraflar itirazlarında belirtmemiş olsalar bile, yetkili mahkemeyi kendisi bulup, yetkisizlik kararında göstermelidir. Yetkinin kesin olmadığı hâllerde ise itirazda bulunan tarafın, itirazında belirttiği mahkeme gerçekten yetkili ise mahkeme vereceği kararda yetkili olan o mahkemeyi gösterecektir. Dördüncü fıkrada, 1086 sayılı Kanun’un 23. maddesinin ilk cümlesine benzer şekilde, yetkinin kesin olmadığı davalarda, davalının süresi içinde ve usulüne uygun olarak yetki itirazında bulunmaması hâlinde, davanın açıldığı mahkemenin, yetkili hâle geleceği kabul edilmiştir. Açıklanan yasal düzenlemeler gözetildiğinde yetkili mahkemenin belirlenmesinde öncelikle süresinde ve usulüne uygun olarak yapılmış bir yetki itirazının varlığı aranmaktadır. 6100 sayılı Kanun’un 19. maddesinin ikinci fıkrasının son cümlesinde yer alan “aksi takdirde yetki itirazı dikkate alınmaz” cümlesinden de kastedilenin bu olduğu anlaşılmalıdır. Kesin yetki kuralının bulunmadığı somut olayda da davalı (erkek) süresi içinde ibraz ettiği cevap dilekçesinde yetki itirazında bulunmuş ancak yetkili mahkemeyi göstermemiştir. Bu durumda usulünce yapılmış bir yetki itirazından söz edilemeyecektir. O hâlde, mahkemenin kendisini yetkili gördüğü bu davada olumlu veya olumsuz bir hüküm kurmasına da gerek bulunmamaktadır. Bu itibarla mahkemece verilen direnme kararı yerindedir Ne var ki, davanın esasına ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir…”

5-) Nafaka alacaklısı davayı, ister TMK m. 177 gereği ister kendi yerleşim yeri mahkemesinde, isterse genel yetki kuralı gereği davalının yerleşim yeri mahkemesinde açabilir.

Y. 3.H.D., T: 09.02.2012, E: 2011/20096, K: 2012/2977 :

”…Davacı, davalı eş ile 2009 yılında boşandıklarını, boşanma nedeniyle yoksulluğa düştüğünü bu nedenle 400 TL yoksulluk nafakasının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı, davanın reddini dilemiştir. Mahkemece TMK’nın 177.maddesi uyarınca mahkemenin yetkisizliğine, yetkili mahkemenin … Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesi (Aile Mahkemesi Sıfatıyla) olduğuna karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. TMK’nın 177.maddesinde “Boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir” düzenlemesi ile zayıf durumda bulunan davacıyı koruma amacı taşıyan genel yetki hükmü getirmekle davacıya seçimlik hak tanınmıştır. Buna göre davacı (nafaka alacaklısı); isterse kendi yerleşim yeri mahkemesinde, isterse HUMK’nın 9.maddesi gereğince davalının ikametgahı mahkemesinde dava açabilecektir. Kamu düzenine ilişkin bulunmayan bu yetki kuralı için davalının yetki itirazında (HUMK m. 187/2) bulunmaması halinde, mahkemece re’sen yetkisizlik kararıı verilemez (HUMK m. 23)…”

 

Madde 175: Yoksulluk Nafakası

2. Yoksulluk Nafakası

Madde 175- (1) Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan malî gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir

(2) Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.

İlgili Yargıtay Kararları

1-) Yoksulluk nafakasına hükmedilebilmesi için, bu konuda ‘açık talep’ bulunması zorunludur.

Y. 2. H.D., T: 28.04.2015, E: 2015/2995, K: 2015/8629 :

”…Davacı-davalı kadın boşanma sebebiyle yoksulluğa düşeceğinden Türk Medeni Kanununun 175. maddesi koşulları gerçekleştiği halde davacı-davalı kadın yararına yoksulluk nafakasına hükmedilmemesi nedeniyle yerel mahkeme kararı bozulmuştur. Davacı-davalı kadın vekili dava dilekçesinde “davacı müvekkilim için şimdilik tedbir nafakası olarak 1000 TL ödenmesine ilk duruşmada karar verilmesini talep ediyorum” şeklinde beyanda bulunmuştur. Türk Medeni Kanununun 175. maddesi uyarınca yoksulluk Nafakasına hükmedebilmek için nafaka talep edenin boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olması yanında bu konuda açık talebinin de bulunması gerekmektedir. Dava dilekçesinde “başka türlü geçinmelerini sağlaması ve iş bulup çalışmasının olanaksız” olması şeklinde açıklamalar, yoksulluk nafakası isteği olarak değerlendirilemez. Açıkça tedbir nafakası talebinde bulunulup, yoksulluk nafakası isteği bulunmadığından, davacı-davalı kadına yoksulluk nafakası verilmesi yönündeki bozma doğru bulunmamıştır. Davalı-davacı erkeğin karar düzeltme isteğinin bu yönden kabulü ile Dairemizin 20.10.2014 gün, 2014/9832- 2014/20170 sayılı bozma, onama ilamının 3. bendindeki bozma kararının kaldırılarak, hükmün yoksulluk nafakası yönünden onanmasına karar verilmesi gerekmiştir…”

2-) Dava devam ederken, yoksulluk nafakasından feragat edilmişse, mahkemece feragat eden taraf lehine yoksulluk nafakasına hükmedilemez.

Y. 2. H.D., T: 13.09.2011, E: 2010/13867, K: 2011/13270 :

”…Davalı kadın 15.12.2009 tarihli duruşmada ve 22.12.2009 tarihli dilekçe ile yoksulluk nafakası istemediğini bildirmiştir. Bu beyan yoksulluk nafakası yönünden feragat niteliğinde olup buna rağmen davalı yararına yoksulluk nafakası takdiri usul ve yasaya aykırıdır. (HUMK. md. 74)…”

3-) Daha öncesinde ‘yoksulluk nafakası’ talebinde bulunulmayıp, ön inceleme duruşmasında bu talebin ileri sürülmesi, talep sonucunun genişletilmesi niteliğinde olup, söz konusu talep mahkemece incelenemez.

Y. 2. H.D., T: 27.05.2015, E: 2014/24972, K: 2015/10869 :

”…Karşılıklı açılan boşanma davaları Hukuk Muhakemeleri Kanununun yürürlüğe girmesinden sonra ikame edilmiştir. Davalı-karşı davacı, cevap ve karşı dava dilekçesinde yoksulluk nafakası isteğinde bulunmamış, 26.03.2014 tarihli ön inceleme duruşmasında yoksulluk nafakası talep etmiş ve aynı oturumda hazır bulunan davacı-karşı davalı bu isteğe muvafakati olmadığını beyan etmiştir. Taraflar cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe, ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia ve savunmalarını genişletebilir veya değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun onayı aranmaksızın iddia ve savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra ii değer tarafın açık muvafakati ve ıslah dışında iddia ve savunma genişletilemez yahut değiştirilemez (HMK.md.141/1). Davalı-karşı davacının ilk defa ön inceleme duruşmasında ileri sürdüğü yoksulluk nafakası isteği, talep sonucunun genişletilmesi niteliğindedir. açıkça muvafakat ve ıslah da söz konusu olmadığına göre, davalı-karşı davacının yoksulluk nafakası talebi artık incelenemez. Bu husus nazara alınmadan, yoksulluk nafakası talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmesi gerekirken, bu isteğin esasına ilişkin hüküm tesis edilmesi doğru olmamıştır. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda (2.) bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda (1.) bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, aşağıda yazılı temyiz ilam harcının temyiz eden Sunduz’a yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna 123.60 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran Mehmet’e geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere yoksulluk nafakasıyla ilgili bozmada oyçokluğuyla, diğer yönlerden oybirliğiyle karar verildi…”

4-) Davadan veya ferilerinden feragat beyanının, kesin ve duraksamaya yer bırakmayacak şekilde açık ve net olması lazımdır.

Y. 2. H.D., T: 26.12.2019, E: 2019/6126, K: 2019/12836 :

”…Davadan veya ferilerinden feragat beyanının, kesin ve duraksamaya yer bırakmayacak şekilde açık olması lazımdır. Davacı kadının dava dilekçesindeki “Kendisi için herhangi birşey istemediğine” dair beyanı soyut ve genel nitelikte olup somut olarak herhangi bir haktan vazgeçtiği belirli değildir. Davacı kadının maddi ve manevi tazminat ile yoksulluk nafakası istemediğine dair açık bir beyanı bulunmamaktadır. Bu nedenle ortada geçerli bir feragat beyanının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir. Davacı kadın usulüne uyun olarak sunmuş olduğu ıslah dilekçesiyle maddi ve manevi tazminat ile yoksulluk nafakası talebinde bulunmuştur. O halde davalı erkeğin, kadın yararına hükmolunan tazminatlara ve yoksulluk nafakasına ilişkin istinaf taleplerinin esasına girilerek sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir…”

5-) Yoksulluk nafakasına hükmedebilmek için, nafaka talep eden eşin boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olması gerekir. Asgari ücret seviyesinde gelirinin bulunması, kişiyi yoksulluktan kurtarmaz. Sonuç olarak, nafaka talep eden eş yararına uygun miktarda yoksulluk nafakası belirlenmelidir.

Y. 2. H.D., T: 09.10.2019, E: 2019/6025, K: 2019/9879 :

”…Mahkemece yapılan yargılama sonucunda davacının aldığı emekli maaşının kendisini yoksulluktan kurtaracağı gerekçesiyle davacının yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmiştir. Boşanan eş yararına yoksulluk nafakasına hükmedebilmek için, nafaka talep eden eşin boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olması gerekir (TMK m. 175). Davacı kadın hakkında yapılan ekonomik sosyal durum araştırmasına göre davacı kadın asgari ücret seviyesinde emekli maaşı almakta ise de, asgari ücret seviyesindeki gelir kişiyi yoksulluktan kurtarmaz (YHGK 2009/3-165-186). Tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre, davacı kadının boşanma yüzünden yoksulluğa düşeceği açıktır. O halde, davacı kadın yararına geçimi için uygun miktarda yoksulluk nafakası takdiri gerekirken, yazılı gerekçe ile yoksulluk nafakası talebinin reddi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir…”

6-) Cezaevinde tutuklu veya hükümlü olmak, yoksulluk nafakası ile sorumlu tutulmayı engellemez ise de, cezaevinde bulunan tarafın, herhangi bir geliri ve malvarlığı bulunmamaktaysa yoksulluk nafakası ile sorumlu tutulamaz.

Y. 2. H.D., T: 20.02.2019, E: 2017/6531, K: 2019/1501 :

”…İlk derece mahkemesince davacı kadının yoksulluk nafakası talebinin kabulüne aylık 200.00 TL yoksulluk nafakasının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Davalı erkeğin istinaf talebi üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi’nin 21/06/2017 tarihli, 2017/763 esas ve 2017/916 karar sayılı kararı ile davalı erkeğin yoksulluk nafakasına ilişkin istinaf talebinin kabulü ile aylık 200.00 TL yoksulluk nafakasının davalı erkeğin cezaevinden tahliye tarihinden geçerli olmak üzere davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Davalı erkeğin halen Silifke Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/128 esas sayılı dosyası üzerinden mahkum olduğu 16 yıl 8 ay ve 2 yıl 6 ay hapis cezalarından dolayı ceza infaz kurumunda hüküm özlü olarak bulunduğu anlaşılmaktadır. Her ne kadar erkeğin cezaevinde tutuklu veya hükümlü olması, yoksulluk nafakası ile sorumlu tutulmamasını gerektirmez ise de dosya kapsamından yaptırılan sosyal ve ekonomik durum araştırmasında davalı erkeğin herhangi bir geliri ve malvarlığının olmadığı anlaşılmaktadır. Kendi yoksul olan kişi nafaka ile yükümlü tutulamaz. Bu durumda davacı kadının yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, kabulü doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir…”

7-) Yoksulluk nafakası talebinde bulunan tarafın düzenli bir işte çalışmaması, geçici sezonluk işlerde çalışması; yoksulluk nafakasına hak kazandığı yönünde değerlendirilmelidir.

Y. 2.H.D., T: 26.04.2021/, E: 2021/2619, K: 2021/3388 :

”…İlk derece mahkemesince kadının yoksulluk nafakası talebi kabul edilerek aylık 400-TL yoksulluk nafakasına hükolunmuş, bölge adliye mahkemesince ise SGK hizmet dökümüne göre kadının 01.05.2018 tarihinde çalışmaya başladığı, en son çalıştığı iş yerinden 18.11.2020 tarihinde istifa ederek ayrıldığı, işinden kendi isteği ile ayrılan kadın yararına yoksulluk nafakasına hükmedilemeyeceği belirtilmiş, bu konuda erkeğin istinaf kanun yolu incelemesi talebi yoksulluk nafakası yönünden kabul edilip, sair yönlerden esastan reddedilmiştir. Boşanan eş yararına yoksulluk nafakasına hükmedebilmek için, boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek olması gerekir (TMK m. 175). Her ne kadar, kadının kendi isteği ile işten ayrıldığı belirtilerek, ilk derece mahkemesince hükmedilen yoksulluk nafakası yerinde görülmemiş ise de; yapılan yargılama ve toplanan delillerden, kadının sürekli ve düzenli bir işinin olmadığı, geçici sezonluk işlerde çalıştığı anlaşılmakla yoksulluk nafakasına hak kazandığı değerlendirilmesi gerekirken, bu yön gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir…”

8 -) Asgari ücret düzeyindeki gelir, yoksulluk nafakası almaya engel teşkil etmez.

Y. 2. H.D., T: 24.03.2021, E: 2021/989, K: 2021/2573 :

”…Yoksulluk nafakası talebinin kabul edilebilmesi için nafaka alacaklısının boşanma yüzünden yoksulluğa düştüğünün belirlenmesi gerekir. Davalı-karşı davacı kadının SGK kaydının olduğu sabittir. Ancak, elde ettiği gelir miktarı belli değildir. Bu nedenle tarafların elde ettikleri gelirin miktarı karar tarihi itibariyle tekrar araştırılıp, asgari ücret düzeyindeki gelirin yoksulluk nafakası almaya engel teşkil etmeyeceği (YHGK 2009/3-165-186) hususlarının birlikte değerlendirilerek sonucuna göre yoksulluk nafakası hakkında bir karar verilmesi gerekirken bu hususlar dikkate alınmadan eksik inceleme ile yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup kararın bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir…”

 

 

Madde 173: Boşanan Kadının Kişisel Durumu

IV. Boşanan Kadının Kişisel Durumu
Madde 173- (1) Boşanma hâlinde kadın, evlenme ile kazandığı kişisel durumunu korur; ancak, evlenmeden önceki soyadını yeniden alır.

(2)Eğer kadın evlenmeden önce dul idiyse hâkimden bekârlık soyadını taşımasına izin verilmesini isteyebilir.

(3) Kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu ve bunun kocaya bir zarar vermeyeceği ispatlanırsa, istemi üzerine hâkim, kocasının soyadını taşımasına izin verir.

(4) Koca, koşulların değişmesi hâlinde bu iznin kaldırılmasını isteyebilir.

İlgili Yargıtay Kararları

1-) Kadın, eşinin soyadını kullanmakta menfaatinin bulunduğunu, çocukların menfaatinin bulunmasıyla ispat edemez. Kadınını ‘kendi menfaati’ bulunduğunu ispatlaması gereklidir.

Y. 2. H.D., T: 23.06.2015, E: 2015/12024, K: 2015/13284 : 

”…Mahkemece, “davacının boşandıktan sonra da, eşinin soyadını kullanmasına izin verilmiş” tir. Gerekçe olarak “tarafların boşanmalarına ilişkin kararla ortak çocuklarının velayetinin davacıya bırakıldığı, ilköğretim ve lise çağında bulunan çocukların soyadının, annelerinin soyadından farklı olmasının, çocuklar için telafisi imkansız sorunlara sebep olabileceği, bu sebeple davacının, boşandığı kocasının soyadını kullanmasında menfaatinin bulunduğu” gösterilmiştir. Türk Medeni Kanununa göre, boşanan kadın, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğunu ve bunun kocaya zarar vermeyeceğini ispatlaması halinde istemi üzerine kocasının soyadını kullanmasına verilir (TMK. m.173/2). Tarafların boşanmalarına ilişkin karar 14.10.2014 kesinleşmiş, işbu dava ise 21.10.2014 tarihinde açılmıştır. Yasal düzenlemeye göre, davacı, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğunu ispat etmelidir. Çocukların menfaatinin olması yeterli değildir. Gösterilen gerekçe, menfaat olgusunun varlığı için yeterli kabul edilmesi durumunda, ebeveynleri boşanmış olan bütün çocuklar için aynı durumun sözkonusu olması gerekir. Oysa, Kanun, çocukların değil, kadının menfaatinin varlığını esas almıştır. Davacı, gösterdiği delillerle boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu ispat edememiştir. O halde, davanın reddi gerekirken yetersiz gerekçe ile isteğin kabulüne karar verilmesi doğru bulunmamıştır…”

2-) ‘Pasaport işlemlerinde zorluk yaşama olayı’, TMK m.173/2′ de belirtilen ‘menfaat’ kavramı içerisinde değerlendirilemez.

Y. 2. H.D., T: 24.12.2012, E: 2011/21967, K: 2012/31300 :

”…Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle Türk Medeni Kanunu 173/2. maddesi uyarınca, kadının boşandığı kocasının soyadını taşımaya izin verilebilmesi için kocanın soyadını kullanmakta menfaatini kanıtlamış olmasının gerekmesine; menfaat olarak bildirilen “pasaport işlemlerinde zorluk yaşama olayının” yasada öngörülen menfaat kavramı içinde değerlendirilemeyeceğine göre yerinde bulunmayan temyiz isteğinin reddiyle…”

3-) TMK. m.173’e dayanılarak açılan davada, davalı ‘davayı kabul ettiğini’ bildirirse, bu durumda kadının kocasının soyadını kullanmakta menfaatinin bulunduğu ve bunun kocaya bir zarar vermeyeceğinin kabulü gerekir.

Y. 2. H.D., T: 21.04.2015, E: 2014/26878, K: 2015/7937 :

”…Davacı, eşinden boşandığını belirterek, boşandığı kocasının soyadını taşımasına izin verilmesi istemiş, mahkemece; “menfaat koşulunun bulunmadığı” gerekçesiyle istek reddedilmiştir. Dava, Türk Medeni Kanunun 173/2. maddesine dayanmaktadır. Davacının boşandığı kocası olan davalı, 02.10.2014 tarihli duruşmada “davayı kabul ettiğini” bildirmiştir. Bu durumda boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaatinin bulunduğu ve bunun kocaya bir zarar vermeyeceği artık kabul edilmelidir. Öyleyse isteğin kabulüne karar verilmesi gerekirken, bu husus nazara alınmadan davanın reddine karar verilmesi doğru bulunmamıştır…”

4-) TMK’nin 173/4. maddesi uyarınca kadının boşandığı eşinin soyadını kullanmaya ilişkin iznin kaldırılabilmesi koşulların değişmesi haline bağlı olup, ispat yükü boşanan kadının soyadının kullanılmasında artık menfaati kalmadığı yahut kadının soyadını kullanmasının kendisine zarar verdiği iddiasında bulunan davacıdadır.

Y. 2. H.D., T: 21.12.2021, E: 2021/7518, K: 2021/9872 :

”…Türk Medeni Kanunu’nun 173/3-4. maddeleri uyarınca, kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu ve bunun kocaya bir zarar vermeyeceği ispatlanırsa, istemi üzerine hâkim, kocasının soyadını taşımasına izin verir. Koca, koşulların değişmesi hâlinde bu iznin kaldırılmasını isteyebilir. Somut uyuşmazlıkta tarafların 2006 yılında evlendikleri, 2009 doğumlu … ve … isimli ikiz ortak çocuklarının dünyaya geldiği ve 2011 yılında Türk Medeni Kanunu’nun 166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı olarak boşandıkları, boşanma protokolü kapsamında tarafların karşılıklı kabulü ile kadının boşandığı eşinin soyadını kullanmaya devam ettiği davanın açıldığı tarih itibari ile davalı kadının 7 yıldır eşinin soyismini kullandığı anlaşılmıştır. TMK’nin 173/4. maddesi uyarınca kadının boşandığı eşinin soyadını kullanmaya ilişkin iznin kaldırılabilmesi koşulların değişmesi haline bağlı olup, ispat yükü boşanan kadının soyadının kullanılmasında artık menfaati kalmadığı yahut kadının soyadını kullanmasının kendisine zarar verdiği iddiasında bulunan davacıdadır. Tarafların ortak çocuklarının velayeti davalı annede bulunduğu, çocukların halen ergin olmadığı, bu kapsamda çocukların üstün yararının devam ettiği, keza davacı koca tarafından kadının soyadını kullanımından kaynaklı somut bir zararın da ispat edilemediği, taraflar arasında kadın hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı ile sonuçlanan soruşturma dosyası bulunması ve karşılıklı kişisel ilişkiye yönelik dava bulunmasının da tek başına kocanın soyadının kullanımından kaynaklı zararına dayanak gösterilmeyeceği, netice olarak davanın reddi gerektiği gözetilmeden yanılgılı değerlendirme sonucu davanın kabulüne karar verilmesinde isabet görülmemiş ve hükmün bozulmasına karar verilmiştir…”

5-) Kadın, bilim çevresinde ve eserlerinde ‘kocasının soyadıyla’ tanınmaktaysa, kocasının soyadını taşımakta menfaatinin bulunduğu kabul edilmelidir.

Y. 2. H.D., T: 19.04.2012, E: 2011/3778, K: 2012/10320 :

Davacının, Dokuz Eylül Üniversitesinde Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalında “çocuk nöroloğu” bölümünde öğretim görevlisi olarak çalıştığı, halen dul olduğu evlilik birliğinin devamı sırasında eserlerini ve bilimsel çalışmalarını boşandığı kocasının soyadı ile yayınladığı ve bilim çevresinde aynı soyadı ile tanındığı, eserlerine bu soyadı ile “atıflar” yapıldığı yapılan soruşturma ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Bu halde boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaatinin bulunduğu açıktır. Bunun kocaya zarar vereceğine ilişkin ciddi sebep ve deliller de tespit edilememiştir. Öyleyse Türk Medeni Kanununun 173/2. maddesi gereğince davacıya boşandığı kocasının soyadını taşımasına izin verilmesi gerekirken isteğin reddi doğru bulunmamıştır.

6-) Kadın evlilik soyadı ile tanınmış ve isim yapmış ise kocanın soyadını kullanmakta menfaati olduğunun kabulü gerekir.

Y. 2. H.D., T: 27.05.2013, E: 2012/20089, K: 2013/14380 :

”…Boşanma halinde kadın, evlilik ile kazandığı kişisel durumunu korur, ancak evlenmeden önceki soyadını yeniden alır. Kadının boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu ve bunun kocaya bir zarar vermeyeceği ispatlanırsa, istemi üzerine hakim, kocasının soyadını taşımasına izin verir (TMK.md.173). Boşanan kadının, evliliğin sona ermesinden sonra kocasının soyadını taşımasına imkan tanıyan bu hükmün amacı, kadının sosyal durumunu korumasını sağlamaktır. Bir başka ifade ile kadın evlilik soyadı ile tanınmış ve isim yapmış ise kocanın soyadını kullanmakta menfaati olduğunun kabulü gerekir. Toplanan delillerden mahkemenin de kabulünde olduğu üzere davacının boşandığı kocasının soyadını kullanmasının davalıya bir zarar vermediği, davacının iş ve sosyal yaşamında kocasının soyadıyla tanınıp bilindiği, bu nedenle kocanın soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu anlaşılmakla isteğin kabulü yerine yazılı şekilde reddi doğru bulunmamıştır…”

7-) Kocanın soyadını kullanmaya ilişkin davanın kabulünden sonra kadının, başka bir erkekle fiilen birlikte yaşaması ve o kişiden çocuk sahibi olması, davacı erkeğin iznin kaldırılmasını talep etmekte haklı olduğunu gösterir.

Y. 2. H.D., T: 04.10.2022, E: 2022/8087, K: 2022/7712 :

”…Boşanan kadının kişisel durumu 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 173. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu düzenleme, “Boşanma hâlinde kadın, evlenme ile kazandığı kişisel durumunu korur; ancak, evlenmeden önceki soyadını yeniden alır. Eğer kadın evlenmeden önce dul idiyse hâkimden bekârlık soyadını taşımasına izin verilmesini isteyebilir. Kadının, boşandığı kocasının soyadını kullanmakta menfaati bulunduğu ve bunun kocaya bir zarar vermeyeceği ispatlanırsa, istemi üzerine hâkim, kocasının soyadını taşımasına izin verir. …, koşulların değişmesi hâlinde bu iznin kaldırılmasını isteyebilir” şeklinde olup, bu düzenlemeye göre kadının boşandığı kocasının soyadını kullanabilmesi için kadının menfaati bulunmalı ve bu durum kocaya zarar vermemelidir. Somut uyuşmazlıkta, tarafların boşandıktan sonra da birlikte yaşamaya devam ettikleri ve davalı kadının davacı kocanın soyadını kullanmasına ilişkin davasının bu dönemde İstanbul Anadolu 16. Aile Mahkemesi’nin 2017/461 esas sayılı dosyasında verildiği anlaşılmaktadır. Ancak, bundan sonra davalı kadının, başka bir erkek ile fiilen birlikte yaşadığı ve o kişiden çocuk sahibi olduğu gözetildiğinde davacı erkeğin soyadını kullanmasında menfaati olduğundan söz edilemeyeceği gibi, davacı erkeğin de iznin kaldırılmasını talep etmekte haklı olduğunu kabul etmek gerekir. TMK m. 173/3 koşulları oluşmuştur. Açıklanan nedenlerle, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir…”

 

Madde 171: Ayrılık süresi

II. Ayrılık süresi

Madde 171- (1) Ayrılığa bir yıldan üç yıla kadar bir süre için karar verilebilir. Bu süre ayrılık kararının kesinleşmesiyle işlemeye başlar.

İlgili Yargıtay Kararları

1-)  Mahkemece verilen ayrılık kararı, karar tarihinden itibaren değil; kararın kesinleşmesinden itibaren verilmelidir.

Y. 2.H.D., T: 21.02.2018, E: 2016/11933, K: 2018/2327 :

 

”…2-Boşanma sebebi ispatlanmış olursa hakim boşanma veya ayrılığa karar verir. (TMK m 170). Dava yalnız ayrılığa ilişkinse boşanmaya karar verilemez. Dava boşanmaya ilişkinse ancak ortak hayatın yeniden kurulması olasılığı bulunduğu takdirde ayrılığa karar verilebilir. Ayrılığa bir yıldan üç yıla kadar bir süre için karar verilebilir. Bu süre ayrılık kararının kesinleşmesiyle işlemeye başlar. ( TMK m. 171). Mahkemece davacı erkeğin davasının kısmen kabulüyle karar tarihinden itibaren bir yıl süreyle tarafların ayrı yaşamalarına karar verilmiştir. Ayrılık kararının kararın kesinleşmesinden itibaren verilmesi gerekirken karar tarihinden itibaren ayrılık kararı verilmesi doğru değil ise de bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden hükmün bu bölümünün düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekmiştir (HUMK m. 438/7)…”

2-) Taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte geçimsizlik mevcut ise ve ortak hayatın yeniden kurulma olasılığı da bulunmamaktaysa, boşanmaya değil de ayrılığa karar verilmesi hatalıdır.

Y. 2.H.D., T: 02.10.2014, E: 2014/8334, K: 2014/19284 : 

”…Davacı (kadın)’ın temyizinin incelenmesine gelince; boşanma sebebi ispatlanmış olursa, hakim boşanmaya veya ayrılığa karar verir. Dava yalnız ayrılığa ilişkinse boşanmaya karar verilemez. Dava boşanmaya ilişkinse, ancak ortak hayatın yeniden kurulması olasılığı bulunduğu takdirde ayrılığa karar verilebilir (TMK md. 170). Mahkemece, davacı (kadın)’ın boşanma talebi kanıtlanamadığı gerekçesiyle iki yıl süreyle ayrılığa karar verilmiş ise de; yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davalı (koca)’nın altınlar yüzünden eşiyle tartışması sırasında olay yerine gelen kadının ailesinin üzerine silahla ateş ettiği ve bu nedenle hakkında kamu davası açıldığı anlaşılmaktadır. Bu durumda taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Boşanmanın şartları gerçekleşmiştir. Ortak hayatın yeniden kurulması olasılığının da bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davacı (kadın)’dan kaynaklanan bir kusur tespit edilememiştir. Mahkemece boşanmaya (TMK md. 166/1-2) karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile ayrılığa karar verilmesi yanlış olmuştur…”

3-) Boşanma davası açıldıktan sonra, ortak konuta geri dönüp, eşle birlikte yaşama, dava konusu olayların affedildiği anlamına gelmektedir. Sonuç olarak boşanma sebebi ispatlanmamış sayılmakla  birlikte, ayrılığa da karar verilemez.

Y. 2.H.D., T: 26.05.2014, E: 2013/25581, K: 2014/11565 :

”… Davacı, boşanma talep etmiş, mahkemece, tarafların bir yıl süreyle ayrılıklarına karar verilmiştir. Ayrılığa karar verilebilmesi için de, boşanma sebebinin ispatlanmış olması zorunludur (TMK. md. 170/1). Dava, 13.09.2010 tarihinde açılmıştır. Davacının davadan sonra ortak konuta geri döndüğü ve davalıyla yaklaşık iki ay kadar birlikte yaşadığı anlaşılmaktadır. Davaya rağmen ortak konuta geri dönüp eşiyle birlikte yaşama, dava sebebi yapılan olayların affedildiğini veya en azından hoşgörüyle karşılandığını, evlilik birliğinin çekilebilir olduğunu gösterir. Bu halde de boşanma sebebi ispatlanmış sayılamaz ve ayrılığa da karar verilemez. Bu husus nazara alınmadan davanın reddi yerine, yetersiz gerekçe ile ayrılığa karar verilmesi doğru bulunmamıştır…”

4-) Ayrılık davasında, boşanma sebebi sabitken, TMK. m.171 de gösterilen alt snıır ve üst sınır arasında bir süre ayrılığa karar verilmemesi hatalıdır.

Y. 2. H.D., T: 14.03.2013, E: 2012/5709, K: 2013/6875 :

”…Davalının 2008 yılı sonunda sebepsiz olarak müşterek konutu terk ettiği evin giderlerine katılmadığı, eşinin tedavisiyle ilgilenmediği, bu suretle evlilik birliğine ilişkin görevlerini yerine getirmediği, yapılan soruşturma ve toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkan bırakmayacak nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesindeki boşanma sebebi ispatlanmıştır. O halde, istek çerçevesinde Yasada (TMK md. 171/1) gösterilen alt ve üst sınır arasında takdir edilecek bir süre ayrılığa karar verilmesi gerekirken isteğin reddi doğru bulunmamıştır…”

5-) Somut olayda, taraflar arasında ortak hayatın yeniden kurulması olasılığının bulunduğuna yönelik ciddi emareler varsa; ‘ayrılığa’ karar verilmesi gerekip gerekmediği hususunda değerlendirme yapılmadan karar verilmesi hatalıdır.

Y. 2. H.D., T: 09.04.2015, E: 2014/22069, K: 2015/7211 :

”…Dava, boşanmaya ilişkindir. Boşanma sebebi ispatlanmış olursa, hakim boşanmaya veya ayrılığa karar verir (TMK m. 170/1). Toplanan delillerle boşanma sebebinin ispatlandığında bir duraksama bulunmamaktadır. Ancak, olayların gelişimi, davalının yaşlı ve yatalak haldeki kayınvalidesine uzun yıllar bakıp gözetmiş olması ve kendisinin de son yıllarda hastalanmış bulunması ve davacının 24.06.2014 tarihli oturumdaki beyanı nazara alındığında, dosya kapsamında taraflar arasında ortak hayatın yeniden kurulması olasılığının mecvut olduğuna ilişkin ciddi emareler vardır. Bu husus gözetilerek tarafların “ayrılığına” (TMK m. 170, 171) karar verilmesi gerekip gerekmediği tartışılıp değerlendirilmeden hüküm kurulması doğru bulunmamıştır…”

 

 

 

Madde 188: Eşlerin temsil yetkisi

B. Birliğin temsili

I. Eşlerin temsil yetkisi

Madde 188 – (1) Eşlerden her biri, ortak yaşamın devamı süresince ailenin sürekli ihtiyaçları için evlilik birliğini temsil eder.

(2) Ailenin diğer ihtiyaçları için eşlerden biri, birliği ancak aşağıdaki hâllerde temsil edebilir:

1. Diğer eş veya haklı sebeplerle hâkim tarafından yetkili kılınmışsa,

2. Birliğin yararı bakımından gecikmede sakınca bulunur ve diğer eşin hastalığı, başka bir yerde olması veya benzeri sebeplerle rızası alınamazsa.

İlgili Yargıtay Kararları

1-) Tarafların birlikte veya eşlerden biri tarafından seçilen ya da hakim tarafından belirlenen bağımsız bir eve davet edilmediği terk ihtarı, geçersizdir.

Y. 2. H.D. 27.02.2018, E: 2016/12303, K: 2018/2568

“…Davalı kadın ortak konutun bulunduğu Kütahya Tavşanlı’dan ayrılıp baba evinin bulunduğu … ili … ilçesine gitmiş, davacı erkek ise sonrasında Iğdır ili Aralık ilçesinde ikamet etmeye başlamıştır. Davacı erkek terk ihtarında eşini Aralık ilçesindeki adrese davet etmiştir.

Her ne kadar ihtar kanuni şekil ve sürelere (TMK m. 164) uygun ise de, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre davalının, tarafların birlikte (TMK m. 186) veya Türk Medeni Kanununun 188. maddesindeki şartlar dahilinde eşlerden biri tarafından seçilen ya da hakim tarafından belirlenen (TMK m. 195) bağımsız bir eve davet edilmediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu durum karşısında terk ihtarı geçersiz olmakla, davanın reddi gerekirken yazılı şekilde boşanmaya hükmedilmesi doğru olmamıştır.”

 

 

Madde 186: Konutun seçimi, birliğin yönetimi ve giderlere katılma

II. Konutun seçimi, birliğin yönetimi ve giderlere katılma

Madde 186 – (1) Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler.

(2) Birliği eşler beraberce yönetirler.

(3) Eşler birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılırlar.

İlgili Yargıtay Kararları

1-) Boşanma veya ayrılık davası açıldığında hakim, davanın devamı süresince, gerekli olan geçici önlemleri (eşlerin barınmasına, geçimine, malların yönetimine ve çocukların bakım ve korunması) kendiliğinden almak zorundadır.

Y. 2. H.D. T: 09.11.2015, E: 2015/6766, K: 2015/20565

“…Boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince, gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına (TMK md.186/1), geçimine (TMK md.185/3), malların yönetimine (TMK md. 223, 242, 244, 262, 263, 264, 267, 215) ve çocukların bakım ve korunmasına (TMK md.185/2) ilişkin geçici önlemleri kendiliğinden (re’sen) almak zorundadır (TMK md.169). O halde; Türk Medeni Kanununun 185/3. ve 186/3. maddeleri uyarınca, tarafların ekonomik ve sosyal durumları da gözetilerek dava tarihinden geçerli olmak üzere davalı kadın yararına uygun miktarda tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.”

2-) Tüp bebek tedavisinde harcanan giderler, evlilik birliğinin giderleri kapsamında olup bu hususta harcanan giderlerin karşı taraftan istenmesi talebi kabul edilemez.

Y. 2. H.D. T: 01.10.2015, E: 2015/15368, K: 2015/17168

“Davalı, karşı boşanma davasına ilişkin dilekçesinde, evlilik birliği içinde tüp bebek tedavisi için bankadan kredi kullandığını ileri sürerek, katlandığı tedavi giderlerine karşılık davacı (karşı davalı) dan tazminat talebinde bulunmuştur. Taraflar, evlilik birliğinde bu yolla çocuk sahibi olmaya birlikte karar vermişlerdir. Bu tedavinin gerektirdiği giderler, “evlilik birliğinin giderleri” kapsamında (TMK.m.186/3) dır. Eşler evlilik birliğinin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlığıyla katılırlar ve bu birliğin mutluluğunu elbirliğiyle sağlamakla yükümlüdürler (TMK.m.185/2). Bu çerçevede yapılan giderleri, evlilik birliği taraflardan birinin kusuruna bağlı olarak sona ermiş olsa bile eşler birbirinden talep edemezler. Çünkü “birliğin giderlerine katılma” yükümlülüğü, yasadan kaynaklanır. Yasal bir yükümlülüğün gerektirdiği giderlere eşler aile birliğinin gereği olarak katlanmak zorundadırlar. Tüp bebek yoluyla çocuk sahibi olma yönünde eşlerin birlikte aldıkları karar, aralarında borç doğurucu bir hukuki işlem olarak da görülemez. Bu bakımdan katlanılan bu giderlerin talep edilmesi olanağı bulunmamaktadır.”

3-) Bağımsız konut temin etmeyerek davacı kadının anne ve babası ile birlikte yaşadıkları eve dönmesini bekleyen davalı erkek kusurludur.

Y. 2. H.D. T: 16.05.2022, E: 2022/2581, K: 2022/4420

“Davacı kadın tarafından TMK 166/1 maddesine dayalı boşanma davası açılmış, ilk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmiş, bu karara karşı davacı kadın tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş, istinaf incelemesi yapan bölge adliye mahkemesince davacının istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiş, karar davacı kadın tarafından temyiz edilmiştir.

İlk derece mahkemesince her ne kadar davacı kadının bu davadan önce açtığı boşanma davasında, eşi ile aralarındaki sorunları çözmüş olduğunu, yeniden bir araya geleceklerini beyan edip davasından vazgeçtiğini, vazgeçme ile davalı erkeğin kusurlarını affettiği, affedilen ve hoşgörü ile karşılanan olayların taraflara kusur olarak yüklenemeyeceği, davacı kadının dava dilekçesinde de o davadaki aynı vakıalara dayandığı, yeni bir vakıanın ileri sürülmediği, bu nedenle davasının reddine karar verildiği belirtilmiş ise de, davacı kadın dava dilekçesinde, davalı erkeğe güvenerek davasından vazgeçtiğini, geçen zamanda davalı erkeğin bağımsız konut temin etmediğini ve ailesi ile yaşayacağını söylemesi nedeni ile boşanmak istediğini bildirmiştir. Dosyadaki tanık beyanlarına göre, tarafların evlendikten sonra davalı erkeğin annesi ve babası ile yaşadıkları sabit olup davalı erkek evlilik boyunca bağımsız bir konut temin etmemiştir. Davalı erkeğin cevap dilekçesindeki tarafların beraber yaşayabileceği bir ev yapmaya hazır olduğuna ilişkin beyanı da, davacı kadının ilk açtığı davadan sonra bağımsız bir konut temin etmediği yönündeki davacının iddiasını desteklemektedir. TMK`nun 186/1 maddesine göre eşler oturacakları konutu birlikte seçerler. Bu durumda bağımsız konut temin etmeyerek davacı kadının anne ve babası ile birlikte yaşadıkları eve dönmesini bekleyen davalı erkek kusurludur.”

4-) Hasta ve yaşlı annesi ile aynı binada oturan ve bu sebeple eşinin tek yönlü kararı ile taşınmak istemeyen eşe, bu davranışı kusur olarak yüklenemez.

Y. 2. H.D. T: 21.09.2017, E: 2016/4457, K: 2017/9872

…2-Mahkemece davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davası, davacı-karşı davalı erkeğin oturmuş oldukları binadan taşınmak istediği buna karşılık davalı-karşı davacı kadının, yaşlı ve hasta annesinin aynı binada oturması nedeniyle mahalle ve binadan ayrılmak istemediği, bu nedenle taraflar arasında tartışmaların olduğu, tarafların birbirlerine karşılıklı olarak saygı ve sevgilerinin kalmadığı gerekçesi ile kabul edilmiştir. Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler (TMK m. 186/1). Hasta ve yaşlı annesi ile aynı binada oturan ve bu sebeple eşinin tek yönlü kararı ile taşınmak istemeyen davalı-karşı davacı kadına bu davranışı, kusur olarak yüklenemez. Davalı-karşı davacı kadına başka bir eve çıkmak için baskı yapan, evliliğin devamı için şartlar koyan, balık tutmaya gittiğini söyleyip 2-3 gün eve gelmeyen, eve yeterince harcama yapmayıp birlik görevlerini ihmal eden davacı-karşı davalı erkek boşanmaya sebep olan olaylarda tam kusurludur. Bu sebeple davacı-karşı davalı erkeğin davasının reddi gerekirken kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

3- Yukarıda ikinci bentte belirtildiği üzere boşanmaya sebebiyet veren olaylarda davacı-karşı davalı erkek tam kusurludur. Kadın yararına Türk Medeni Kanununun 174/1 maddesi koşulları oluşmuştur. Bu husus gözetilmeden davalı-karşı davacı kadının maddi tazminat talebinin reddi doğru olmamıştır.”

5-) Evlilik birliğinin giderlerine katılmada ölçü, eşlerin ekonomik güçleridir.

Y. 2. H.D. 11.05.2017, E: 2016/17972, K: 2017/7121

“Tedbir nafakasının niteliği ve yasal düzenleme gereği, her iki eşin birliğin giderlerine katılma zorunluluğu vardır. Bu husus TMK’nın 186. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenmiş olup; eşlerin birliğin giderlerine güçleri oranında emek ve malvarlıkları ile katılacakları hükme bağlanmıştır. Birliğin giderlerine katılmada ölçü ise eşlerin ekonomik güçleridir. Davacı eşin belirli bir gelirinin olması hatta gelirinin davalı eşin gelirinden fazla olması, davalı eşi nafaka yükümlülüğünden kurtarmaz. Davacı eşin gelirinin bulunması sadece hükmedilecek nafakanın miktarının tayininde göz önünde bulundurulur.”

 

Madde 182: Çocuklar bakımından ana ve babanın hakları

VIII. Çocuklar bakımından ana ve babanın hakları

1. Hâkimin takdir yetkisi

Madde 182 – (1) Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, olanak bulundukça ana ve babayı dinledikten ve çocuk vesayet altında ise vasinin ve vesayet makamının düşüncesini aldıktan sonra, ana ve babanın haklarını ve çocuk ile olan kişisel ilişkilerini düzenler.

(2) (Ek ikinci fıkra:24/11/2021-7343/37 md.) Mahkeme, kararında kişisel ilişki düzenlemesinin gereklerinin yerine getirilmemesi hâlinde, çocuğun menfaatine aykırı olmamak kaydıyla velayetin değiştirilebileceğini ihtar eder.

(3)Velâyetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin çocuk ile kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde, çocuğun özellikle sağlık, eğitim ve ahlâk bakımından yararları esas tutulur. Bu eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.

(4) Hâkim, istem hâlinde irat biçiminde ödenmesine karar verilen bu giderlerin gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.

İlgili Yargıtay Kararları

1-) Çocuğun velayeti kendisine verilmeyen tarafın çocuğun bakım ve eğitim giderlerine katılma yükümlülüğünü, hakimce görevi gereği kendiliğinden dikkate alınması gerekmektedir.

Y. 2. H.D. T: 08.02.2018, E: 2016/10637, K: 2018/1627

“3-Boşanma veya ayrılık vukuunda çocuk kendisine tevdi edilmemiş taraf gücüne göre onun bakım ve eğitim giderlerine katılmakla yükümlüdür. (TMK m. 182) Bu hususu hakim görevi gereği kendiliğinden dikkate alması gerekmektedir. O halde velayeti temyiz edene tevdi edilen ortak çocuklar 2007 doğumlu Öykü ve 2010 doğumlu … için iştirak nafakasına hükmedilmemesi usul ve yasaya aykırıdır.”

2-) Tesis edilen kişisel ilişkinin başlangıç ve bitiş saatlerinin hükümde gösterilmemesi ve diğer tereddüte neden olabilecek hususlar, kararın bozulmasını gerektirir.

Y. 2. H.D. T: 12.10.2015, E: 2015/4287, K: 2015/18178

“…Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, ana ve babanın haklarını ve çocuklarla olan kişisel ilişkisini düzenlemek zorundadır. (TMK. m. 182/1) Velayetin kullanılması kendine verilmeyen eşin çocuklarla kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde çocuğun sağlık, eğitim ve ahlak bakımından yararları esas tutulur. (TMK. m. 182/2) Velayeti anneye bırakılan tarafların müşterek çocuğu … ile davacı-karşı davalı (baba) arasında “her yıl sömestr tatilinde ilk hafta” için tesis edilen kişisel ilişkinin başlangıç ve bitiş saatleri hükümde gösterilmemiştir. Bu şekildeki düzenleme infazda duraksamaya yol açabileceği gibi, “babanın müşterek çocuğu yanına aldırtarak kişisel ilişki kurulmasına” yönelik düzenlemede babanın çocuğu kişisel ilişki tesisi amacıyla anneden kendisinin alıp alamayacağı konusunda infazda tereddüte neden olur. Bu sebeplerle baba ile müşterek çocuk arasında yazılı şekilde kişisel ilişki tesisi doğru bulunmamıştır.”

3-) Kişisel ilişki kararında ilişkinin zamanı ve süresinin açık, şüphe ve duraksamaya yol açmayacak şekilde gösterilmesi zorunludur. 

Y. 2. H.D. T: 19.02.2013, E: 2012/3315, K: 2013/4061

“…Mahkeme boşanma veya ayrılığa karar verirken, ana ve babanın haklarını ve çocuklarla olan kişisel ilişkisini düzenlemek zorundadır. (TMK. m. 182/1) Velayetin kullanılması kendine verilmeyen eşin çocuklarla kişisel ilişkisinin düzenlenmesinde çocuğun sağlık, eğitim ve ahlak bakımından yararları esas tutulur. (TMK. m. 182/2) Velayetleri anneye bırakılan tarafların müşterek çocukları Ş.N.ve S.ile davalı (baba) arasında “kişisel ilişki tesisine” karar verilmiş, bu ilişkinin zamanı ve süresi, karar yerinde gösterilmemiştir. Bu yönden çocuklarla babaları arasında kişisel ilişki tesisine ilişkin hükmün infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bu hususta velayet sahibinin yükümlülüğünü, bu hak kendisine tanınan davalının da, hakkını kullanacağı süre ve zamanı bilmesi; yasadaki ifadesiyle “hükmün sonuç kısmında, taraflara yükletilen ödevlerin ve tanınan hakların, açık. şüphe ve duraksamaya yol açmayacak şekilde gösterilmesi” (HMK. m. 297/2) zorunludur. Bu husus nazara alınmaksızın, icrası (infazı) mümkün olmayacak şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.”

4-) Velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin, çalışmadığı, düzenli bir geliri ve mal varlığının bulunmadığı anlaşıldığı takdirde ortak çocuk için iştirak nafakası ile sorumlu tutulması doğru değildir.

Y. 2. H.D. T: 09.09.2019, E: 2019/2904, K: 2019/8333

“…Boşanma veya ayrılık halinde çocuk kendisine tevdii edilmemiş taraf gücüne göre onun bakım ve eğitim giderlerine katılmakla yükümlüdür (TMK m.182). Ancak velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine katılması, mali gücü varsa söz konusu olur. Davalı-davacı kadının çalışmadığı, düzenli bir geliri ve mal varlığının bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu husus gözetilmeden davalı-davacı kadının velayeti babaya bırakılan ortak çocuk için iştirak nafakası ile sorumlu tutulması doğru bulunmamış, bozmayı gerektirmiştir.”